Gınâdan Semâ’ya: Fakihlerin Tasavvuf Mûsikisine Bakışı
Citation
ORHAN, Fatih, “ Gınâdan Semâ’ya: Fakihlerin Tasavvuf Mûsikisine Bakışı”, Hitit İ��lahiyat Dergisi, (Aralık/ December 2021) 20/2Abstract
Music is a very suitable subject in terms of revealing the view and approach of two different religious sciences, mysticism and Islamic law, in the religion of Islam. Music, which is considered.aram by some faqihs (legal scholars) due to religious concerns, is included in dhikr (mystical ceremonies?) to increase the religious motives. The Sufis caring esoteric feelings in worship, accepted dhikr accompanied by sema as informal worship since they consider the spiritual experiences that music gives to the Sufi. For Sufis, sema is a piece of news from God. It is possible to inform only about something that is not revealed. The salik also wants to get news from God when He cannot be reached. Sema provides an opportunity to the Sufis to obtain this news? When the missing becomes visible, there is no need for news anymore.
Although the sema is quite important in terms of mysticism, the Sufis did not ignore the fact that it was performed with musical accompaniment. Considering the negative feelings that music will arouse in the person, the Sufis warned those who would perform the sema, and in this context, they did not find sema approvable for everyone. Izz al-Din ibn Abd al-Salam warns those who perform the sema as follows: "All happiness is achieved by following the Messenger and the companions witnessed by the Prophet as a good generation. A person who has a tendency towards bad desires in his heart should not participate in the sema. Because the sema activates what is in a person's heart, that is, what is pleasant or ugly."
Ghazali pays attention to the fact that many people are able to train the tongue and the outward, but very few can train the heart and the inside and with the story of Khidr, he says that the sema is not approvable for everyone. To a person who asks Khidr about the sema in his dream, Khidr says: "It is a slippery stone, only scholars can stand on it." The sema activates the hidden emotions and secrets of the heart. Therefore, it gets people drunk in a way that overcomes the harms of adab, except for those whom God protects with the light of guidance, grace, and mercy. This sema is more dangerous than music that provokes lust. Because the end of music that provokes lust is to be sinful. However, the end of this kind of sema is blasphemy.
Despite these warnings, the use of sema went beyond its intended purpose. The sema performed with pure emotions reached extreme dimensions in the sixth and seventh centuries of the hijra and the sema activities turned into a race to gain respect. The development of the sema in the later periods went beyond the expected purpose of the sema and opened the door to some excesses. The sema is filled with followers who walk on fire or pierce their bodies with swords.
Faqihs approached the issue of sema with a quite different concern compared with the Sufis. They have never been interested in whether the emotion and experience that the sema adds to people is positive or negative. They considered it as a problem that the sky was made for the purpose of worship. Faqihs, who clung to the outward na (textual sources of Islam which are mainly the Qur'an and sunna) in understanding the religion, continued this apparent approach to worship and they said that worship can only be performed as revealed by revelation. For this reason, they have strongly analyzed the dhikr performed with music, as they considered it to go out of the determined form. In this context, the following statement of Abu al-Wafa ibn Aqil is quite interesting since it shows the reaction of the faqihs against going out of the revealed form regarding worship: "What could be uglier than a white-bearded person dancing and clapping to musical instruments?" Müzik, tasavvuf ve fıkıh gibi iki farklı şer‘î ilmin İslam dinine olan bakışını ve yaklaşımını ortaya koymak bakımından oldukça uygun bir konudur. Kimi fakihler tarafından dini kaygılar gözetilerek uzak durulması ve hatta yasak/haram olduğu düşünülen müzik, mutasavvıflar tarafından yine dini saiklerle zikir ve tesbih halkalarına dahil edilmiştir. Hatta müziğin sûfîye yaşattığı, ispatlanamayan ancak tecrübe ile bilinen mânevî deneyimler mutasavvıflarca dikkate alınarak semâ eşliğinde yapılan zikir informel bir ibadet kabul edilmiştir. Tasavvufçular açısından semâ haktan gelen bir haberdir. Haber vermek ancak gaip olan bir şey hakkında mümkün olur. Sâlik de hakka vasıl olamadığı zaman ondan haber almak ister. İşte ona bu haberi veren şeylerden birisi de semâdır. Ne zaman ki gaip olan âyan olur artık habere ihtiyaç kalmaz. Semâ, tasavvuf açısından bu kadar önemli olmakla birlikte sûfîler onun müzik eşliğinde yapılıyor olmasını da göz ardı etmemişlerdir. Müziğin kişide uyandıracağı olumsuz duyguları dikkate alan mutasavvıflar semâ yapacak olanları uyarmışlar, bu bağlamda semâyı herkes için uygun bulmamışlardır. İzzeddin b. Abdüsselam (ö. 660/1262) semâ yapacak olanlara şu ikazda bulunur: “Mutluluğun kendisi, resule ittiba etmekle ve Hz. Peygamber’in hayırlı bir nesil olduğuna şahitlik ettiği sahabeyi taklit etmekle elde edilir. Kalbinde kötü arzulara karşı eğilim olan kişi semâya katılmasın. Çünkü semâ kişinin kalbinde olan şeyi yani hoş ya da çirkin olan hevâyı harekete geçirir.” Gazzâlî ise, dili ve zevâhiri terbiye etmeyi çok kişinin başardığına ancak kalp ve bâtını terbiye edenin çok az olduğuna dikkat çekerek semânın herkes için uygun olmadığını Hızır kıssası üzerinden ifade eder. Rüyasında semâ hakkında Hızır’a soran bir kimseye Hızır şöyle der: “O, kaypak bir taştır, üzerinde ancak alimler durabilir.” Çünkü semâ kalbin gizli hallerini ve esrarını harekete geçirir. Öyle ki Allah’ın hidayet nuru, lütuf ve ismetiyle koruduğu kimseler hariç edebin sınırlarını aşacak şekilde insanı sarhoş eder. İşte bu semâ, şehveti tahrik eden mûsikiden daha tehlikelidir. Çünkü şehveti tahrik eden mûsikinin sonu günahkâr olmaktır ki tövbe ile gider. Buna mukabil kalpte gizlin olan vesveseleri harekete geçiren semânın sonu ise küfürdür. Yapılan bu uyarılara rağmen semâ kullanım amacının dışına çıkmaktan korunamamıştır. Halisane duygularla yapılmaya başlayan semâ hicri altıncı ve yedinci asırda oldukça aşırı boyutlara ulaşarak semâ etkinlikleri bir itibar görme vesilesi ve yarışına dönüşmüştür. Semânın daha sonraki dönemlerdeki bu gelişimi, semâdan beklenen gayenin ötesine geçerek bazı aşırılıklara da kapı aralamıştır. Semâ toplantıları, ateşte yürüyen veya vücutlarını kılıçla delen ve buna benzer aşırılıklara kaçan takipçilerle dolmuştur. Fakihler, mutasavvıfların taşıdıkları bu kaygıdan oldukça farklı bir kaygı ile semâ konusuna yaklaşmışlardır. Onlar semânın insana katacağı duygu ve tecrübenin olumlu ya da olumsuz oluşu ile hiç ilgilenmemişler, bizzat semânın ibadet kastıyla yapılmasını problem edinmişlerdir. Dinin anlaşılmasında nasların zâhirine tutunan fakihler ibadetler konusunda da bu zâhirî yaklaşımı sürdürmüşler, ibadetlerin ancak tevkîfî olarak bildirilen şekillerle ifa edilebileceğini söylemişlerdir. Bu sebeple müzik eşliğinde yapılan tesbih ve zikri, belirlenen ibadet şeklinin dışına çıkmak olarak addettiklerinden semâya sert bir şekilde itiraz etmişlerdir. Bu bağlamda Ebü’l-Vefâ b. Âkil’in (ö. 1119/513) şu sözü fakihlerin ibadetler konusunda tevkîfî formun dışına çıkmaya karşı
verdikleri tepkiyi göstermesi bakımından oldukça ilginçtir: “Sakallı üstelik beyaz sakallı bir kimsenin müzik aletleri eşliğinde dans edip alkış tutmasından daha çirkin ne olabilir?” Biz bu çalışmada semânın tasavvuftaki rolü ve öneminden ziyade dini saiklerle yapılmasına rağmen fakihlerin hangi gerekçelerle
semâya karşı çıktıklarını ele almaya çalışacağız.