Hadis Rivayeti Bağlamında Fakihlerin Mütevâtir Habere Yaklaşımları
Künye
Orhan, F. (2021). Hadis Rivayeti Bağlamında Fakihlerin Mütevâtir Habere Yaklaşımları . Cumhuriyet İlahiyat Dergisi , Temel İslam Bilimleri Özel Sayısı , 1465-1483 . DOI: 10.18505/cuid.989205Özet
The Book and the Sunnah are the two main sources of Sharʿī science. These two sources are based on narration which requires an absolute certainty, and this makes the re-ports, especially the mutawātir reports, important for Sharʿī sciences. Many people were in-volved in the transmission process of the Sunnah and the Book; therefore, Islamic scholars remained loyal to the technical concept “mutawātir reports” which is used in logic and is not open to doubt in terms of credibility. This is particularly important for the science of kalām, which deals with matters of faith. On the other hand, in the science of fiqh, which deals with the practices of the Muslim individuals such as worship and procedures rather than the mat-ters of faith, only the reports that the believer will accept, rather than those that everyone will approve, are sufficient. In this context, as per the science of fiqh, it is sufficient to form a dom-inant opinion, rather than an absolute certainty as in the science of kalām, for acting upon reports. Some factors, such as the acceptance of conjecture sufficient in the matters associated with fiqh and the low number of mutawātir reports on fiqh matters, also affected the fuqahā’s understanding of certain knowledge. In the context of transmission of the Sunnah, fuqahā partially changed the nature of the concept “mutawātir reports” by going beyond the technical understanding of tawatur. The most important change made by the fuqahā in the nature of mutawātir reports was the inclusion of the phenomenon “sened (chain of transmission)”, which is used to ensure credibility to ḥadīt̲h̲s, in the understanding of tawatur. So much so that while the number rather than the qualifications of the people who convey the reports is important for the credibility of the mutawātir reports in the science of logic; in the determi-nation of mutawātir sunnah, the number of the narration channels which consist of just and fair-minded narrators was taken as a basis in line with the hadith “Whoever ascribes to me what I have not said then let him occupy his seat in Hell-fire.” Even some methodologists val-ued the justness and fair-mindedness of the narrators so much that they included the famous reports in the scope of mutawātir reports, even though the first layer was ahad, due to their trust in the narrators in the later layers. However, in technical sense, for mutawātir reports, the qualifications of the narrators or who they are is not important at all. On the contrary, any person from a different religion, sect or disposition can take a role in the transmission of mutawātir reports. However, there is no place for fasiq narrators, let alone non-Muslims, in fuqahā’s concept of sened-centered mutawātir reports. Spiritual mutawātir is one of the sub-jects affected the most by this new understanding of tawatur based on isnād (reporting the chain of transmission). Normally, spiritual mutawātir is the agreement of the reports, con-veyed in different texts by a large number of people who cannot agree on a lie, on a common meaning. However, fuqahā interpreted spiritual mutawātir as ahad ḥadīt̲h̲s with different chains of sened reaching a certain number and denoting the same meaning. What makes these two reports different is that the number of narrators assures the credibility of reports in the first one whereas the trust in the justness and fair-mindedness of the narrators does in the second. As a matter of fact, it is not possible to talk about such a spiritual mutawātir if the trust in the justness and fair-mindedness of the narrators who convey the ahad reports is damaged. This approach of spiritual mutawātir was used by the mutakallimūn as much as by the fuqahā. However, they used this approach of mutawātir mostly for matters that are evi-denced by the Sunnah but not associated with the essentials of religion, such as Shafa'ah (in-tercession), Hawd al-Kawthar (Pond of Abundance), Ru’yat Allah (seeing Allah), and imams’ being from Quraysh. Thanks to this new concept of tawatur, Islamic scholars included many ḥadīt̲h̲s that are normally out of the scope of the technical definition of mutawātir reports, in the scope of spiritual mutawātir, and thus provided a credibility to more ḥadīt̲h̲s. Kitap ve Sünnet şer‘î ilimlerin temel iki kaynağıdır. Bu iki delilin, nakle dayanıyor olması ve aktarımlarında mutlak kesinliğe ihtiyaç duyulması haber konusunu özellikle de mütevâtir haber konusunu şer‘î ilimler açısından önemli kılmıştır. Aktarımı sürecinde oldukça fazla in-sanın yer alması sebebiyle İslam âlimleri Kitap ve Sünnet’in nakli konusunda, mantıkta kulla-nılan ve doğruluğu noktasında şüphe bulunmayan teknik anlamdaki mütevâtir haber kavra-mına sadık kalmışlardır. Özellikle inanç konularının ele alındığı kelam ilmi açısından bu du-rum ayrı bir önem arz eder. Çünkü kelam ilminde yüce Allah’ın varlığı, O’nun sıfatları ve fiil-leri, nübüvvetin ispatı gibi kesinlik gerektiren konular hem nakli hem de aklî delillere başvu-rarak kanıtlanmakta bu bağlamda böylesi kesin delillere ihtiyaç duyulmaktadır. Buna muka-bil inanç konularından ziyade ibadet, muamelat gibi Müslüman bireyin pratiklerini konu edi-nen fıkıh ilmi açısından herkesin onaylayacağı haberlerden ziyade sadece inançlı kişinin ka-bulüne müstenit haberler yeterlidir. Bu bağlamda fıkıh ilmi açısından bir haber ile amel edi-lebilmesi için kelam ilminde olduğu gibi mutlak bir kesinlik ifade etmesinden ziyade zann-ı galip oluşturması yeterlidir. Fıkhî konularda zannın yeterli kabul edilmesi ayrıca fıkhî konu-lara ilişkin mütevâtir haber sayısının az oluşu gibi bazı etmenler fakihlerin kesin bilgi anla-yışlarına da etki etmiştir. Fakihler Sünnet’in nakli özelinde teknik anlamdaki tevâtür anlayı-şının dışına çıkarak mütevâtir haber kavramının mahiyetini kısmen değiştirmişlerdir. Her ne kadar yaptıkları mütevâtir tanımlarında teknik anlamdaki tanıma sadık kalmış olsalar da ta-nımladıkları bu tevâtürü hadislere uygulama noktasında oldukça farklı bir noktaya evrilmiş-lerdir. Fakihlerin mütevâtir haberin mahiyetinde yaptıkları en önemli değişiklik, hadislerin güvenirliliği temin için kullanılan sened olgusunun tevâtür anlayışına dâhil etmeleri olmuş-tur. Öyle ki mantık ilmindeki mütevâtir haberin gerçekleşmesi için, haberi aktaranların vasıf-larından ziyade sayısal çokluğu önemli arz ederken; mütevâtir sünnetin belirlenmesinde, “men kezebe aleyye …” hadisinde olduğu gibi âdil ve sika râvilerden oluşan rivâyet kanalının çokluğu esas alınmıştır. Hatta bazı usûlcüler râvilerin adalet ve sika vasıflarını o kadar değer vermiştir ki ilk tabakası âhad olmasına rağmen meşhur haberi, sonraki tabakalardaki râvilere duydukları güven gerekçesiyle mütevâtir haber kapsamına dâhil etmişlerdir. Oysa teknik an-lamdaki mütevâtir haberde râvilerin vasıfları ya da kim oldukları hiç önemli değildir. Bilakis farklı din, mezhep ya da meşrepten her insan mütevâtir haberin aktarımında rol alabilir. Fa-kat fakihlerin benimsedikleri sened merkezli mütevâtir haber anlayışında gayri müslimler bir tarafa fasık râvilere dahi yer yoktur. İsnad esasına dayalı bu yeni tevâtür anlayışının en çok hissedildiği konulardan birisi de manevî mütevâtirdir. Normalde manevî mütevâtir, yalan üzerinde birleşmeyecek sayıdaki kişinin farklı metinlerle aktardıkları haberlerin ortak bir an-lam üzerinde birleşmeleri iken fakihler manevî mütevâtiri farklı sened zincirine sahip âhad hadislerin belli bir sayısal çokluğa ulaşması ve aynı anlama delâlet etmeleri şeklinde tasavvur etmişlerdir. Bu iki haberi farklı kılan husus, ilkinde haberin doğruluğunu sağlayan unsur râvi-lerin sayısal çokluğu iken ikincisinde râvilerin adalet vasıflarına duyulan güvendir. Nitekim âhad haberleri nakleden râvilerin adaletine duyulan güven zedelenecek olsa böyle bir manevî mütevâtirden söz edilmesi mümkün değildir. Manevî mütevâtire ilişkin bu yaklaşım fakihler kadar kelamcılar tarafından da kullanılmıştır. Fakat onlar bu tür mütevâtiri daha çok şefaat, havz-ı kevser, rü’yetullah, imamların Kureyş’ten olması gibi sünnet deliline dayanan ancak dinin asıllarına ilişkin olmayan konular özelinde kullanmışlardır. İşte İslam âlimleri geliştir-dikleri bu yeni tevâtür anlayışı sayesinde normalde mütevâtir haberin teknik tanımına gir-meyen birçok hadisi manevî mütevâtir kapsamına dâhil etmişler ve bu sayede daha fazla ha-dise güvenirlilik kazandırmışlardır.